Hüsrev Gerede’nin Tokyo büyükelçiliği

Daha önce Türkiye’yi sırasıyla Budapeşte, Sofya ve Tahran’da büyükelçi olarak temsil etmiş olan Hüsrev Gerede (1884-1962) 1936-1939 yılları arasında aynı görevle Tokyo’da bulundu. Japon başkentinde geçirmiş olduğu üç yıl militarist Japonya’nın hızlı adımlarla yayılmacı siyasetinin neticesinde savaşa doğru ilerlediği bir dönemdir.
Tokyo’ya gelişi modern Japon tarihinde “26 Şubat Kalkışması” diye bilinen genç subayların ılımlı hükümeti devirme teşebbüsü ile eşzamanlı olmuştur. İmparator Hirohito’ya itimatnamesini takdim edebilmesi bu sebepten ertelemiştir. Başbakanlığa atanan radikal militarist general Kōki Hirota (1878-1948) aynı zamanda dışişleri bakanlığını üstlenmişti ve bu sıfatla Gerede’yi ilk kabulünde söylediği sözleri Türk büyükelçisi üç yıl boyunca Japon muhataplarının ağzından devamlı işitecektir: “Asya kıtasının iki uçundaki Türkiye ve Japonya aynı kaderi paylaşıyorlar, zaten her iki ülkenin bayraklarında aynı renkler yok muydu?” Bu sözleri söyleyen Hirota ikinci dünya savaşından sonra savaş suçlusu olarak idam edilecekti. Avrupa’ya yönelen Türkiye cumhuriyetinin temsilcisi bu Asya vurgusuna nasıl yaklaştığını tahmin etmek zor olmamalı. Aynı şekilde laik bir devletin diplomatı sıfatıyla Japonya’da yerleşik Türk-Tatar cemaatinin yaptırdığı camiinin açılış törenine katılmayı kabul etmiyor. Zaten cemaatin çocuklarını eğitim için Kahire’deki İslami El-Ezher medresesine göndermelerini yadırgıyor. Japon hükümetinin Doğu Türkistan’daki Müslümanları Çin’e karşı kışkırtmak için Japonya’daki Tatarları kullandıklarından Gerede, cemaat ileri gelenleri ile mesafeli duruyordu. Doğu Türkistan’da Japonlar için faaliyet gösteren meşhur Tatar seyyah Abdürreşid İbrahim’i ve Osmanlı ordusunun eski subaylarından Şamlı Tevfik Şerif’i kuşku ile uzaktan izliyordu.
Anti-Komintern azası olan ve Temmuz 1937’den itibaren Çin ile savaş halinde bulunan Japonya’da bir Türk diplomatı siyasi açıdan ancak bir gözlemci rolü üstlenebilirdi; dolayısıyla Gerede daha ziyade kültür ve tanıtım konularında faaliyet göstermeye gayret etti. Üç yıl boyunca ülkenin çeşitli merkezlerini gezdi, yerel makamlar ile ilişkiler kurdu.
1926’da Hulusi Fuad Bey Tokyo’da maslahatgüzar olduğu dönemde kurulan Türk-Japon Cemiyetinin faaliyetlerini destekledi. Derneğin fahri hâmisi İmparator Hirohito’nun kardeşi Prens Takamatsu idi. Prens balayında 1930 yılında Türkiye’ye gelmişti ve sarayında sık sık Gerede’yı misafir etmiştir. Derneğin azaları arasında Japon toplumun ileri gelenleri yer alıyordu. Üyelerden General Ayaşi 1937’de kısa bir müddet başbakan oluyor. Rus karşıtı olarak bilinen üye General Araki’nin basında sık sık Gerede ile beraber resminin yayınlanmasından Rus büyükelçiliği tedirgin olmuştur.
Tanıtım konusunda önemli bir sorun Japonya’da en yaygın yabancı dilin İngilizce olmasıydı. Oysa Türkiye’de devletin tanıtım materyali Fransızca idi.
Önemli bir adım Japon deniz akademisinde iki Türk stajyer deniz subayından biri olan binbaşı Zeki Bayat’ın bir Japon subayı ile beraber hazırladıkları Türkçe-Japonca konuşma rehberi olmuştur. Türkiye’yi ziyaret etmiş olan Prof. Koji Okubo’nun verdiği konferanslar Japonya’da Türk bilimlerinin ilk tohumu olmuştur.
Japonya’yı ziyaret eden Türk dostu Fransız yazar Claude Farrère sefarette onuruna verilen bir resepsiyonda Gerede’ye “Les Quatre Dames d’Angora” adlı romanının Türkiye’de bazı çevrelerce yanlış anlaşıldığından hayıflanır.
Sidney Jones’in “Geyşa” adlı operetinin İstanbul’da sahnelenmesinin engellenmesi Japon hükümet çevrelerinde ve kamu oyunda olumlu bir etki yaratmıştır.
Ama Gerede’in en kalıcı eseri Osaka’da kurulu Türk-Japon Ticaret Cemiyetinin başkanı Katsuo Inabata ile işbirliği halinde Kaşinozaki burnunda Ertuğrul anıtının dikilmesidir. Bu vesile ile sefaret bir kitap yayınlıyor ve bir nüshası İmparatora takdim ediliyor.
1939 yazında Gerede iznini kullanarak ailesi ile beraber Türkiye’ye geliyor. Memlekette iken dünya savaşı patlıyor ve kendisi Berlin büyükelçiliğine atanıyor. Veda ziyaretlerini yapamadan yeni görev yerine gidiyor.
Hüsrev Gerede’nin Tahran ve Berlin anıları yayınlanmıştır. Tokyo anılarını kaleme aldığı bilinmektedir. Ancak henüz bulunamamıştır. Tahran hatıraları göz önünde bulundurulursa Tokyo anıları da Türk Oryantalist edebiyatının güzel bir örneğini teşkil edeceğine şüphe yok.